Ana içeriğe atla

İletişim / Hakkında

Nizamettin Kaya 
Yazar Yayımcı 
Dr. Emekli Öğretmen Yarbay 


İletişim E-Posta:
bilgi@netsentez.net


Eğitim

Doktora

Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara 
Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme
2001-2017

Yüksek Lisans

Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa
Psikolojik Danışma ve Rehberlik (PDR)
1997-2001

Lisans

Uludağ Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Bursa
İngiliz Dili Eğitimi
1990-1997

Lisans

Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Ankara
Eğitim Yönetimi ve Planlaması
1979-1983

Önceki Görevler

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA), Ankara

Öğ.Bnb - Öğ.Yb.
Komutanlık Karargahı, Karargah Subayı
2001-2002

Işıklar Askeri Lisesi, Bursa

Öğ.Ütğm. - Öğ.Yzb. - Öğ.Bnb.
Rehber Öğretmen, ARGE Kısım Amiri, KALGE Kısım Amiri 
1986-2001

Astsubay Hazırlama Okulu, Çankırı

Öğ.Tğm.
Rehber Öğretmen
1983-1986

Bu blogdaki popüler yayınlar

Söze Süzülenler 2023

Gök kubbenin altında   Değil miyiz hepimiz   Daha ne olsun   Yarım olmuş   Mutluluklar   Gülüşler   Ağlayışlar   Yaşam   Ne çıkar   Meçhul Bulutlar süzülmüş kubbeye Anılar dolaşıyor Hüzün mü mutluluk mu Ne taşıyor meçhul Sis çökmüş içeriye Siluetler kıvranıyor Hayal mi gerçek mi Ne yaşıyor meçhul Buğu sarılmış camlara Islaklık tütüyor Çaydan mı kalpten mi Ne akıyor meçhul Damlalar kaynamış gözlere Sıcaklık kanıyor Acıdan mı aşktan mı Ne yağıyor meçhul Yalnız Değilsin Kanatlanıp esse de ıssız diyarlarda, kime ne? Vuruyorsa bir nefes rüzgâr, yanık bağrına, yalnız değilsin. Sel olup çağlasa da taş yataklarda, kime ne? Çarpıyorsa tek damla yağmur, kızgın kalbine, yalnız değilsin. Şimşek olup çaksa da kör topraklarda, kime ne? Çakıyorsa bir tel ışık, karanlık ufkuna, yalnız değilsin. Yağmur Sonrası Özlemle içip Göğün gözünden damlaları Renge bürü

Sükûnet

Sükûnet zamanlarım: Nadiren hissettiğim ama tadına doyamadığım anlar… Geçmişin ve geleceğin donuklaştığı, ânın belirginleştiği; arzuların, tutkuların, umutların, beklentilerin, hedeflerin durulduğu, dibe çöktüğü; sakin, kıpırtısız, berrak bir zihinle sadece nefesimi, bedenimi ve bütünleştiğim dünyamı duyumsadığım zaman kesitleri… Kutsal varoluşla birlikte dalgalandığım anlar… 60’lı ve 70’li yıllarda okuldan dönünce evin duvarının kenarında bulunan derme çatma, çivileri küflenmiş, ağaçtan bir sedire otururdum uzun süre. Kuş sesleri arasında, rüzgârın ağaçların yaprakları ve meyveleri arasından süzülerek yüzüme vurduğu kokuyu içime çekerdim. Dalından kopardığım şeftaliyi iştahla yerken, batmaya yeltenen güneşi ve gökyüzünü izlerdim. Gün boyu neler oldu, yarın neler olacak? Hepsi kaybolurdu önümden. Yaşamın ve yaşadığımın tatlı farkındalığı açılırdı ruhuma. Varlığın bütünlüğünde varoluşumu hissederdim. Bir iki saat içinde, “Ödevlerine ne zaman başlayacaksın?” sorusuyla koşuşturma yeniden

Nerede kaybettik, nerede arıyoruz?

İçimizde bulamadığımız bahar ve huzuru, hiçbir mevsim, hiçbir şey, hiçbir kişi bize bağışlamaz. Sevgimizi, mutluluğumuzu, huzurumuzu, dürüstlüğümüzü, ilkelerimizi, vicdanımızı, değerlerimizi...nerede kaybettik, nerede arıyoruz? Bir Zen öyküsü düştü aklıma. Hatırladığım kadarıyla özetleyeyim. Azize bir kadın varmış. Akşam üstü, evlerin içinde havanın iyice karardığı, dışarının alacakaranlık olduğu bir zamanmış. Sokakta yere iki büklüm eğilmiş, bir şey arıyormuş. Birkaç kişi yanına gelmiş, sormuşlar: - Ne arıyorsunuz Üstade? - İğnemi kaybettim onu arıyorum. - Nerede kaybettiniz? - Evin içinde! - Peki niçin burada arıyorsunuz? - Ama içerisi çok karanlık! İçimize dönmek, içimize bakmak, kendimiz olmak, kendimizle yüzleşmek, bütün olmak, kendimizi affetmek, kendimizi kabul etmek, kendimizi sevmek… uzar gider, söylendiği kadar kolay değildir. İçlerimiz çoğumuz için karanlıktır/karmakarışıktır. Oradan kaçarız. Bu yüzden mutluluğu, sevgiyi, kutsallığı dışarıda ararız.