Ana içeriğe atla

Yağmur

Uzunköprü Muradiye Camisinin bahçesindeki çay ocağında 15 Ekim 1981 tarihinde deftere dökülen duygularım ve düşüncelerim...

Bir taraftan çayını yudumluyor, diğer taraftan elinde yanan sigarasını derin derin içine çekiyordu. Ocakta kaynayan çayın buharından kahvehanenin camları buğulanmıştı. Buna rağmen oturduğu masadan dışarısını görebiliyordu. Sağanak halinde yağan yağmur camlara vuruyor, çakan şimşekler yarı karanlık odayı bir müddet aydınlatıyor, gök gürültüsü masaları titretiyor, camları zangırtatıyordu. Yağmurlu havayı çok severdi. Dışarı çıkıp yağmurun altında sırılsıklam olmak onu rahatlatacaktı. Kalkmak ve ıslanmak cesaretini gösteremedi, hareketsiz bir şekilde gözleri dışarıda düşüncelere daldı.

Yağmur tanelerinin geldiği gökyüzünü düşündü. Sonra güneşi, atmosferi ve kainatı... İnsanoğlu tepesinde gök çatlamadan kafasını yukarıya kaldırıp oralarda nelerin olup bittiğini merak etmiyordu. Bugünkü gafletinden kurtulmak için de kıyameti ve arkasından cehennemi mi bekliyor?  Yeme içme, para kazanma, geçim derdi, mevki, makam, şan, şöhret, diğer insanlarla küçük sebeplerden doğan büyük münakaşalar, insanın asıl yaradılış sebebini merak etmesini ve bu konuda düşünmesini engelliyordu.

Fotoğraf: glowonconcept / 123RF Stok Fotoğraf 

Milyonlarca seneden beri her sabah geç kalmadan doğan güneş, atmosferde insanın ihtiyacı oranındaki oksijen, besinlerin kaynağı toprak, karşılık beklemeden insanlara fasılasız hizmet götürüyordu. Şu anda toprakla kucaklaşan yağmur damlaları ne kadar büyük gayelere hizmet ediyor... İnsan bu yağmur tanesini bile tahlilden geçirse koca kainatın olduğu kadar kendi varoluş gayesini bile açıklayabiliyordu.

Toprak yağmura muhtaç
Ve de güneşe
Bitkileri beslemek için
Hayvanlar bitkilere muhaç
İnsanları beslemek için

Milyarlarca kilometre uzaktan parlayan güneş
İnsan için doğuyor
Gökyüzünde bulutlarda toplanan yağmur
Yeryüzüne insan için yağıyor
Dağların arasında okyanusların üzerinde dolaşan rüzgar
İnsan için esiyor
Arı balı, böcek ipeği, kuzu sütü
İnsan için taşıyor

Toprak, yağmur, bitki, rüzgar, arı, ipek böceği ve kuzu
Hepsi birbirinden habersiz insan için var
Biri olmasa diğerleri hiç olmaz
Hiçbiri fazla değil, az değil

Toprak mı bitkiyi düşündü
Yağmur mu toprağı?
Güneş mi bitkileri düşündü de
Ta uzaklarda fokur fokur, alev alev kaynadı?
Yoksa hayvanlar mı insanları?

Hayır!...
Bunlar teker teker ve hepsi birden
İnsana göre çok basit
Ne akılları var ne ilimleri
Ne güçleri var ne de kudretleri
Acaba insanın ihtiyacı olan belirli sıcaklığı
Nasıl hesapladı bunlar?
Güneş nasılda tam insan için uygun olan
Uzaklığa yerleşti?
Atmosfer insanın ciğerini nasıl bilebilir ki
Oksijen oranını ayarladı
Yerkürenin altına yerleşen demir mi, yoksa petrol mü
Düşündü yirminci yüzyıl medeniyetini?

Yeraltıyla yeryüzü
Yeryüzüyle gökyüzü
Gökyüzüyle uzay
Değildir insanı düşünen
Onlar sebeplerdir
Onlar perdelerdir
Onlar ALLAH'ın emir kullarıdır
İnsanı düşünen insanı bilendir
İnsanı insandan da çok bilen onu yaratandır
Yani ALLAH'tır.

Aklı, iradesi ve hisleriyle birleşen yağmur tanesi böylece kainatın sırrını açıklayıverdi. Birden tabiat ile ALLAH arasındaki perde kalkıvermişti. Yer altından yeryüzüne, yeryüzünden uzaya kadar her şey, kainatın her zerresi onu ALLAH'a götürüyordu.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Söze Süzülenler 2023

Gök kubbenin altında   Değil miyiz hepimiz   Daha ne olsun   Yarım olmuş   Mutluluklar   Gülüşler   Ağlayışlar   Yaşam   Ne çıkar   Meçhul Bulutlar süzülmüş kubbeye Anılar dolaşıyor Hüzün mü mutluluk mu Ne taşıyor meçhul Sis çökmüş içeriye Siluetler kıvranıyor Hayal mi gerçek mi Ne yaşıyor meçhul Buğu sarılmış camlara Islaklık tütüyor Çaydan mı kalpten mi Ne akıyor meçhul Damlalar kaynamış gözlere Sıcaklık kanıyor Acıdan mı aşktan mı Ne yağıyor meçhul Yalnız Değilsin Kanatlanıp esse de ıssız diyarlarda, kime ne? Vuruyorsa bir nefes rüzgâr, yanık bağrına, yalnız değilsin. Sel olup çağlasa da taş yataklarda, kime ne? Çarpıyorsa tek damla yağmur, kızgın kalbine, yalnız değilsin. Şimşek olup çaksa da kör topraklarda, kime ne? Çakıyorsa bir tel ışık, karanlık ufkuna, yalnız değilsin. Yağmur Sonrası Özlemle içip Göğün gözünden damlaları Renge bürü

Sükûnet

Sükûnet zamanlarım: Nadiren hissettiğim ama tadına doyamadığım anlar… Geçmişin ve geleceğin donuklaştığı, ânın belirginleştiği; arzuların, tutkuların, umutların, beklentilerin, hedeflerin durulduğu, dibe çöktüğü; sakin, kıpırtısız, berrak bir zihinle sadece nefesimi, bedenimi ve bütünleştiğim dünyamı duyumsadığım zaman kesitleri… Kutsal varoluşla birlikte dalgalandığım anlar… 60’lı ve 70’li yıllarda okuldan dönünce evin duvarının kenarında bulunan derme çatma, çivileri küflenmiş, ağaçtan bir sedire otururdum uzun süre. Kuş sesleri arasında, rüzgârın ağaçların yaprakları ve meyveleri arasından süzülerek yüzüme vurduğu kokuyu içime çekerdim. Dalından kopardığım şeftaliyi iştahla yerken, batmaya yeltenen güneşi ve gökyüzünü izlerdim. Gün boyu neler oldu, yarın neler olacak? Hepsi kaybolurdu önümden. Yaşamın ve yaşadığımın tatlı farkındalığı açılırdı ruhuma. Varlığın bütünlüğünde varoluşumu hissederdim. Bir iki saat içinde, “Ödevlerine ne zaman başlayacaksın?” sorusuyla koşuşturma yeniden

Nerede kaybettik, nerede arıyoruz?

İçimizde bulamadığımız bahar ve huzuru, hiçbir mevsim, hiçbir şey, hiçbir kişi bize bağışlamaz. Sevgimizi, mutluluğumuzu, huzurumuzu, dürüstlüğümüzü, ilkelerimizi, vicdanımızı, değerlerimizi...nerede kaybettik, nerede arıyoruz? Bir Zen öyküsü düştü aklıma. Hatırladığım kadarıyla özetleyeyim. Azize bir kadın varmış. Akşam üstü, evlerin içinde havanın iyice karardığı, dışarının alacakaranlık olduğu bir zamanmış. Sokakta yere iki büklüm eğilmiş, bir şey arıyormuş. Birkaç kişi yanına gelmiş, sormuşlar: - Ne arıyorsunuz Üstade? - İğnemi kaybettim onu arıyorum. - Nerede kaybettiniz? - Evin içinde! - Peki niçin burada arıyorsunuz? - Ama içerisi çok karanlık! İçimize dönmek, içimize bakmak, kendimiz olmak, kendimizle yüzleşmek, bütün olmak, kendimizi affetmek, kendimizi kabul etmek, kendimizi sevmek… uzar gider, söylendiği kadar kolay değildir. İçlerimiz çoğumuz için karanlıktır/karmakarışıktır. Oradan kaçarız. Bu yüzden mutluluğu, sevgiyi, kutsallığı dışarıda ararız.