Kardan Adam- Çocukluğumuzun İdolü

Anıların sıcaklığı, hayallerin rengi, kurguların deseni hücrelerimizin en ücra köşelerine kadar tüm varoluşumuzu kuşatır. Dokunuruz onlara; koklarız, tadarız… Pek çok şey hisseder, pek çok şey düşünürüz. Günlük koşuşturmaya bir süreliğine ara verdiğimizde kesintisiz işleyen zihnimizle ve yüreğimizle kucaklaşırız. Her karede bambaşka oluşlar akar durur...

Yüklü bulutlardan dökülen damlalar toplanır, akar hayatın iliklerine. Kuru toprağa akar, besler; çiçeğe, ağaca akar, yeşertir; kurda, kuşa, böceğe akar, yaşatır… Akmasa ne kıymeti olur ki(?) Zihinden ve yürekten dökülen damlalar da akmalı bir yerlere! Duygular, düşünceler de nazma akar, nesre akar, serbest dizelere akar, tuvale akar, heykele akar, notaya akar; gıda olur ruhlara… Akmasa ne kıymeti olur ki(?)

İçedönük, düşüncelerin girdabında seven, sevinen, kederlenen, öfkelenen, coşan biriyim. Sıradan vatandaş seviyesinde zaman zaman kendimi nesre, serbest dizelere dökerim. Daha doğrusu, bir de bakarım kendiliğinden akıvermişim. Eylemin kendisi keyif verir; netice sadece birkaç derme çatma nottan ibarettir. Onlara benden başka kaç kişi bakar, hakkında ne düşünür, bilemem!

60’lı yıllarda ilkokul öğretmenlerimizi asla unutamam. Okul müdürümüz İsmet Bey, utangaç olduğum için arkadaşlarımla iletişime alışayım diye kantinin simit sandığını bana teslim etti. Uzun süre teneffüslerde simit sattım.  Yetmedi, babama mandolin aldırdı. Derslerin bitiminde iki arkadaş, Attila ve ben ondan notaları ezgilere dökmeyi öğrendik. Aile sohbetlerinde, misafirlerin önünde mandolinle basit ezgilerin konserini vermek ne güzeldi! Süleyman Bey’den okuma yazmanın ötesinde öğrendiklerimi saymakla bitiremem. Kıymet Hanım için de aynı şeyleri söylüyorum. Öğrettikleri arasında resmin ayrı bir yeri var bende. Varya marka suluboya kutumu hâlâ saklarım; boyaları kurumuş ve dökülmüş olsa da… Resim, müzik, beden eğitimi, kompozisyon… hepsi akmanın yolları değil mi? Ne yazık ki ortaokul ve lisede bu alanlar ya yeterince desteklenmedi ya da ben devam ettiremedim.

Şimdi 60’lı yaşlarda, emeklilik hâlinde resmi Adobe Illustrator ile yeniden hatırladım. Blog yazılarımda görselliğin niteliğini yükseltmek amacıyla birkaç haftadır bu uygulamalar üzerinde çalışıyorum. Meğer bambaşka bir dünyaymış ve bambaşka bir sanat yoluymuş. Düzenlenebilir temel çizim ve şekil araçlarıyla harika tasarımlar yaratabiliyorsunuz. Dökün kendinizi dökebildiğinizce…

Edirne’nin soğuklarını askerliğini burada yapanlar memleketin her köşesinde anlatırlar. Çocukluğumuzda, 60’lı yıllarda çok kar yağardı. Biz çocukların en çok beklediği şey… Çığlıklar atarak birbirimize kartopu fırlatmak ve kahkahalarla şakalaşmak, didişmek… Küçük kartopunu kütürdete kütürdete yuvarlayarak kardan adamın gövdesini, sonra başka bir kartopundan kafasını yapmak… Kömürden kaşlar, gözler, ağız; havuçtan burun… Başına bir şapka, eline bir süpürge... İşte kardan adamımız!

Adobe Illustrator Çalışması

Kardan adam çocukluğumuzun idolüydü. İşin sırrı onu kendimizin yapmasındaydı. Kasabanın bahçelerinde her çocuk kendi kardan adamını savunur, onu desteklerdi. En büyük adam, kardan adam! Akşamları gün batımı yanından zor ayrılırdık. Ama onu pencerenin önüne yapardık; ayaz gecelerde içeriden özledikçe bakalım diye! Büyükler, Karapürçek kömürüyle yanan peçkanın sıcaklığında, üzerinde demlenen çayın buharında, fırında pişen böreğin kokusunda sohbet ederken bizler pencereden kardan adamımızı seyrederdik.

Güneş çıkıp kardan adam eriyecek ama varlığı tüm canlılığı ile evrenin hafızasına kaydedilecek. 

Teşekkürler Adobe, teşekkürler Illustrator. Bana eskileri yad ettirdiniz.

Çok okunanlar:

Söze Süzülenler 2023

Nerede kaybettik, nerede arıyoruz?

Sükûnet