Erdem ve Hakikat Üzerine Bazı Düşünceler
Bu yazıda antik çağlardan günümüze uzanan bazı manevi/spritüal/dinî felsefe ve öğretilerin yaklaşımlarına göz atıyoruz. Kutuplaşmanın derinleştiği zamanımızda bu yaklaşımların dikkate alınması yangının hafiflemesine katkı sağlayacaktır.
Yazımız şu soruların farklı cevapları etrafında dönmektedir:
- Anlayış göstererek ve kabul ederek birbirimizi nasıl hoş göreceğiz?
- İyi ve kötü birbiriyle nasıl karışıyor?
- Egolar ve nefisler hakikat ve erdemi nasıl tahrip ediyor?
- Dürtüler ve duygular karşısında akıl ve mantık nasıl etkisiz hale geliyor?
- Dikkat, odaklanma ve farkındalıkla kendimizin ve evrenin hakikatini anlayabilir miyiz?
- Gurur, kibir, çıkarcılık, öfke, zorbalık, saldırganlık gibi olumsuz duygu ve davranışların ilacı olarak unutulmaz tevazu örnekleri var mıdır?
- Kendimizi bilebilir ve sevebilir miyiz?
- Kendimizi sevmenin çevremize yansımaları nelerdir?
Hoşgörü
Gelin birbirimizin kültür, inanç ve görüş farklılıklarını anlayış ve hoşgörü ile karşılayalım, bunları zenginlik olarak kabul edelim. Tüm bilgelerin, dinlerin ve öğretilerin, özünde bu amacın etrafında döndüğünü görelim.
Herkesin yolunun ve istikametinin farklı olması hayatın zenginliği ve güzelliğidir. Aynı zamanda kişilerin tabiatıyla/özüyle tutarlı olduğunun işaretidir. Samimiyeti ve dürüstlüğü gösterir. Yaradılışın/varoluşun gerçeğidir. Tekâmül, huzur, sevgi bu gerçeğin bireysel ve karşılıklı kabulünden, yaşanmasından zuhur eder. Böylece, hakların ihlâllere karşı manevi teminatı da gerçekleşmiş olur; demokrasi, ruhuna kavuşur.
Adobe Stock görseli. Adobe Stock tarafından lisanslandı. |
- Niçin tutmuyor, niçin kılmıyor?
- Tutanlar ve kılanlar da düşünsün!
Herkeste belki bir nebze haklılık yakalarsınız. Birlik ve beraberlik için başka seçeneğimiz yok.
- kılanın kılmayana,
- kılmayanın kılana
anlayış, hoşgörü, sevgi ve kabul göstermesi temennisiyle...
Adaletin bu mu dünya?
- Halihazırda dünya nüfusunun çoğunluğu açlık çekerken, sefalet içindeyken küçük bir azınlığın refah içinde yaşaması.
- Terör, savaş ve bölgesel çatışmalarda milyonlarca insan ölürken kışkırtıcıların ve elebaşların güven içinde olmaları.
- Gelir dağılımı dengesizliği.
- Tiranlık, acımasızlık, vahşet, kadına da erkeklere de yönelen şiddet, zorbalık.
Uzar gider…
Neden? Niçin?.. Bu soruların cevabına 2500 yıl kadar önceki kültürlerde ve dinlerde rastladım. Tüm semavi dinlerde tekrarlandığını anladım. Şöyle ki:
2500 yıl kadar öncesini bilebildiğimiz Asya kökenli Hinduizm ve Budizm’ de arzu tüm acıların kaynağı olarak görülür. Arzu; içinde tutku, açgözlülük, hırs ve şehvet (güç, iktidar, tiranlık) barındırır ve asla doyurulamadığı ve doyurulamayacağı için öfke, nefret, şiddet, gasp ve zorbalıkla sonuçlanır. Meditasyon gibi yollarla giderilmeye çalışılır.
2300 yıl kadar önce Avrupa (Antik Yunan ve Roma) kökenli Stoacılık felsefesi ve yaşam biçimi de arzuların, duyguların ve dürtülerin acıların kaynağı olduğunu açıklar. Bilinç, farkındalık ve irade yoluyla giderilmesini önerir.
Semavi dinlerde, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed aynı şekilde hırs, tamah, açgözlülük, mal-mülk tutkusu ve şatafatı günah olarak görür. Kanaat ve şükrü, yardımlaşmayı, sadeliği en büyük zenginlik olarak daima vurgular, önerir. Tüm ibadetlerin en önemli işlevleri arasında gururu, kibri, hırsı, açgözlülüğü, şehveti, zorbalığı giderme amacı vardır. Oruç ile zekât ve fitre bu örneklerden birkaçıdır.
Gel gör ki tarihe baktığımda felsefenin ve dinlerin, bahsettiğim özü ve ruhu kazandırmak şöyle dursun tam tersini yapanları yetiştirdiklerini görüyorum. Müstesna dönemleri saygılarımla tenzih ederim. Din/mezhep/ideoloji savaş ve çatışmalarında ölen insanların sayılarına bakmak bu görüşümü doğrulamanın yollarından biridir.
60 yılı bulan ömrümde, yakın çevremden başlayarak büyük çoğunluğun hırs, tamah, menfaat, açgözlülük bataklığında çırpındıklarına şahit oldum. İşin ironik yanı bunların çoğunun kendilerini dindar olarak göstermeleriydi. Onlar, etrafına çektirdikleri kadar eminim ki asla doymadıkları için kendileri de acı çektiler ve çekiyorlar. Müstesnaları saygılarımla tenzih ederim.
Ne yazık ki ne felsefe ne din ne eğitim ne cemaat ne tarikat insanlığı öğretememiş. Asıllarının/özlerinin hilafına, aksi yönde kışkırtmış. Sahnedekileri böyle gördüm, böyle bildim. Ne mutlu, kıyıda köşede saklanıp "insan" kalabilenlere…
Kutupların Birliği
İyinin ve kötünün iç içe olduğu genellikle eski bir kıssa ile anlatılır. Ayırt edilmesinin dikkat gerektirdiğini vurgulanır.
Tanrı dünyayı yeni yaratmıştı. Her gün yeni şeyler gönderiyordu. O akşam güzellik ve çirkinlik gönderdi. Yol uzundu; iki yolcu dünyada bir gölün kıyısına ancak sabaha karşı ulaşabildiler. Yolda üstleri başları tozlanmıştı; elbiselerini çıkardılar, kıyıya bıraktılar, yıkanmak için çırılçıplak göle girdiler.
Hava iyice aydınlanmaya başladığında insanlar göle doğru yürümeye başladı. Çirkinlik bir şaka yapmaya karar verdi. Kıyıya çıktı, güzelliğin elbiselerini giydi ve oradan kaçtı. Göle doğru yürüyen insanlar yaklaşınca güzellik hemen gölün kıyısına çıktı. Elbiselerini çirkinlik giymiş ve kaçmış, kendi elbiselerini oraya bırakmıştı. Güzellik mecburen çirkinliğin elbiselerini giydi. Elbiselerini değiş tokuş etmek için çirkinliği aramaya koyuldu.
Hâlâ arıyor!..
* * *
"Beni daim şen gören safdiller öyle sansın / Ne bilsinler ki onlar bence birdir elem, haz" Enis Behiç Koryürek.
Notaları, sesle birlikte gidip gelen sessizlik sayesinde algılayabiliyoruz. (Yok-Var, 0-1) Musikiyi böyle duyumsuyoruz.
Adobe Stock görseli. Adobe Stock tarafından lisanslandı. |
* * *
Ey nizami!
C. G. Jung “İyi olmaktansa, bütün olmayı tercih ederim” diyor. Eğer insan bir damla suda okyanussa evrenin tüm özelliklerini kendinde taşır. Bu bütünlüğü idrak edemezsen münafık olursun. Herkes münafık olduğunu bilir, sen hariç! Yani ben diye bağırırsın ama kendini inkâr ettiğini bilmezsin.
- Hem değersiz hem değerlisin.
- Hem yakışıklı hem çirkinsin.
- Hem tembel hem çalışkansın.
- Hem korkak hem cesursun.
- Hem vezir hem rezilsin.
- Hem akıllı hem delisin.
- Hem iyi hem kötüsün.
- ...
Sürer gider...
İtiraf et arkadaş! Sen tam iyi mi tam kötü mü yoksa bütün müsün? Jung, itiraf ve kabul etmeyip sahiplenmediğin iyi-kötü özelliklerine gölge yanın diyor. Onlar farkında olmadığın sapkın yollarla seni kontrol ediyor. Tüm sorunlar buradan doğuyor. Bir kez bütünlüğe ulaştığında damla ile okyanus artık BİR olur. Her şey senin içinde ve sen her şeyin içindesin. Ayrı gayrı yoktur. Akıştasındır ve idare sendedir artık. Rahatça tercih eder ve olursun. İşte Nirvana!..
* * *
- acı-zevk
- soğuk-sıcak
- atalet-eylem
- kış-yaz
- sıkıntı-ferahlık
- hezimet-zafer
- rezalet-nezahet
- eksi-artı
- kötü-iyi
- savaş-barış
- kaybetmek-kazanmak
- günah-sevap
- inkâr-iman
- dürtü-mantık
- kurgu-gerçek
- aşağı-üstün
- ...
Bunlar ilk aklıma gelenler…sürer gider…en önemli ikisini sona bıraktım:
- yokluk-varlık
- ölüm-yaşam
Kutupların kucaklaşması…
Cesaretin var mı?
Neye?
Hepsini yaşamaya!
Ne cesareti nizami!
Zaten herkes öyle…
Ama saklanıyoruz!
Nereden, kimden?
Nirvana’dan…
O’ndan…
Kendimizden…
Hakikate Açılan İki Kapı
1. Çocukluğumuzda zaten hakikatte idik. Yaşadıkça kirlendik. Rabıta-i mevt, kirli ruhlar için hakikate açılan kapılardan biridir. Yaşam, ölümü idrak ile egodan arınır ve çocuk saflığına kavuşur. Yaşam ruhun bir deneyimi, ölüm başka deneyimidir. Sürer gider... Ah bu bütünlüğü bir görebilsek...
2. Hz. Adem’e tüm insanlar için inen ortak tek din, zaman süreçlerinde tekrarlansa da kısa süreler sonunda mezheplere dönüşerek bozuldu. Belirli mezhebe, ideolojiye, paradigmaya tutkuyla bağlı olan insanın başka paradigmaları saçma bulması iyi bir başlangıçtır. Eğer bundan sonra en zor olanı başarabilirse, yani kendi paradigmasının da saçma olduğunu anlayabilirse hakikat yoluna adım atar.
Stoacı Düşünce ve Yaşam Biçimi
Eğer stoacı düşüncenin tek bir mesajı olabilseydi, o da şu olurdu: Her türden dürtüyle karşılaşacaksın. Sana düşen görev onları sanki elinde bir köpeğin tasmasını tutuyormuşçasına kontrol edebilmek (Holiday & Hanselman, 2016/2020).
Adobe Stock görseli. Adobe Stock tarafından lisanslandı. |
Marcus Aurelius, Hz. İsa’nın doğumundan 121 yıl sonra doğmuştur. 180 yılında ölmüştür. Günümüzün 1900 yıl öncesinden bahsediyoruz. Sıradan bir Roma vatandaşı olmasına rağmen başarı ve yetenekleri dolayısıyla erkek evladı olmayan İmparator Hadrianus tarafından veliaht olarak seçilmiştir. Roma’nın beş iyi hükümdarından sonuncusudur.
Bizi ilgilendiren konu, Marcus Aurelius' un Seneca ve Epiktetos gibi stoacı düşünce ve yaşam tarzının ilk temsilcilerinden olmasıdır. Stoacı felsefe ile ondan çok daha önce doğan Budizm arasında pek çok ortak nokta görüyoruz. Konu uzundur. Marcus Aurelius' dan bir aktarım ile bu konuyu tamamlayalım:
“Kendini öfkeye kapılacak gibi hissettiğinde şunu hatırla: Öfkeye kapılmak erkeklere yakışmaz. İnsanlara ait duygular ancak kibarlık ve medeniyettir ve dolayısıyla erkeklere yakışan da bunlardır. Gerçek bir adam öfkenin ve tatminsizliğin kölesi olmaz. Ancak böyle biri için güçlü, cesur ve dayanıklı diyebiliriz. Bu kişiler öfkelenmez ya da sızlanmaz. Bir adam zihninin sakinliği kadar güçlüdür.”
Bilmediğimiz o kadar çok şey, okumadığımız o kadar çok kitap var ki...
Budizm’ den Tevazu Kıssaları
Tipik bir Zen Budist tapınağı... Birisi kapalı kapıyı çalar. Uzun bir bekleyişten sonra kapı aralanır.
- Sizden Budizm'i öğrenmek istiyorum.
- Biz hiçbir şey öğretmiyoruz. Burada öyle bir şey yok, kendi içine bak.
- Çok acı çekiyorum, bu acılarımdan kurtulup huzura ermek istiyorum.
- Öğrenmek isteyen, acı çeken kim?
- Ben!
- Onu kapının dışında bırak öyle gel!..
* * *
Doğuda bir zen ustası çok yaşlandı. Ocak ayının soğuk kışı hüküm sürüyordu. Usta artık insanlara bir yararı olmayacağına, ölmenin zamanının geldiğine inandı ve yemek yememeye başladı. Etrafındaki keşişler ne yapacaklarını şaşırdılar ve onu yemek yemeye ikna etmenin yollarını aradılar. Ustayı çok iyi tanıyan keşişler sonunda bir çözüm bulmuşlardı.
Dediler ki “Üstad, bu kış soğuklarında ölürsen cenazene katılacak çok sayıda insan üşüyecek!..” Öldükten sonra insanların cenazesinde üşümesine gönlü razı olmayan usta hemen yemek yemeye başladı. O kış ölmedi ama baharda tekrar yemeği kesti. Hiç kimse onu yemek yemeye ikna edemedi. Cenazesi güzel bir bahar havasında etrafta yeni açan çiçeklerin kokuları arasında defnedildi.
* * *
Bir başka yaşlı zen ustası öleceğini anladı. Bir zamanlar çok yakınındaki bir keşişe “Öldüğümde insanların beni omuzlarında taşımasını istemiyorum!” demişti. Ölmüş bile olsa cenazesinin omuzlar üzerinde taşınmasının gururuna ve kibrine ruhunun dayanamayacağını düşünmüştü. Öleceğini hissettiği gün mezarlığa gitti ve orada öldü.
Kendini Bilmek
Osho, "Yolculuk çok uzun, hedef çok yakındır. Uzakta olanı kolayca görebiliriz, ama yanı başımızda olanı görmek zordur. İşte varlık da ilahilik de böyle unutuldu," diyor ve devam ediyor:
"Herkes dışarı baktığı için sen de dışarı bakıp duruyorsun.
Birçok bilgiyi hatırlayabilirsin. Kütüphaneler dolusu malumatı ve ciltlere sığmayacak anıları, duyguları, düşünceleri... Ya kendini biliyor ve hatırlıyor musun?
Kendini unutmak tek günah, kendini hatırlamak tek erdemdir. Gautama Buddha 2500 yıl önce 42 yıl boyunca sabah akşam tek bir kelime üzerinde durdu. Kelime 'sammasati' olup doğru hatırlama anlamındadır. Buddha bu anlamı bir meselle süslerdi:
Dişi aslan tepeden tepeye atlıyordu. Aşağıdaki vadide bir koyun sürüsü otluyordu. Aslan hamileydi, tam atlarken yavrusunu aşağıdaki vadiye, koyunların arasına düşürmüştü. Yavru aslan koyunların arasında büyüdü, onlar gibi vejetaryen oldu, otlarla beslendi. Doğal olarak kendini hep koyun sandı.
Bir gün aç bir yaşlı aslan avlanmak üzere sürüye yaklaştı. Artık büyümüş olan yavru aslanı koyunların arasında görünce şaşırdı. Onu yanına aldı ve 'Kükre!' dedi. Genç aslan kükreme bilmiyordu. Yaşlı aslan onu suları durgun ve berrak, cam gibi bir gölün kıyısına götürdü; kendi yansımasına bakmasını söyledi. Genç aslan o anda aralarında yetiştiği koyunlar gibi olmadığını, koyun değil bir aslan olduğunu anladı. Ve bir anda kükremeye başladı. Kükremesi tüm vadide yankılandı. Daha önce hiç kükrememişti, çünkü bir koyundan başka bir şey olduğunu asla düşünmemişti.
Adobe Stock görseli. Adobe Stock tarafından lisanslandı. |
Yaşlı aslan sordu 'Şimdi sürüne dönmek istiyor musun?' Genç aslan, 'Kusura bakma ben kim olduğumu unutmuşum, bana kendimi hatırlattığın için sana sonsuz minnettarım' dedi.
Gautama Buddha çevresindekilere 'Sen bu sıkıcı dünyanın bir parçası değilsin, senin yanın tanrısal olanın yanı. Sen unutkanlığının içinde kaybolmuşsun. İçinde Tanrı’nın saklandığını unutmuşsun. Asla içeri bakmıyorsun. Herkes dışarı baktığı için sen de hep dışarı bakıp duruyorsun!..' diyordu."
Kendini Sevmek
Dinler ve öğretiler; başkalarını sev, hayvanları sev, doğayı sev diyor. Ama kendini sev demiyor. Etrafımızda kendi dışındaki her şeyi sevdiğini yansıtmaya çalışan pek çok insan görüyoruz. Bu sevgide ne derece samimiler acaba? İçin için kendini sevmeyen, kendini suçlayan, kendini aşağılayan kişi başkalarını nasıl sevebilir? Böyle bir sevginin sahte olduğunu düşünürüm. Öyle olmasaydı bu kadar düşmanlık, kin, öfke, kavga, şiddet, doğa katliamı nereden doğacaktı!..
Kendini seven insan, samimi sevginin ve kabullenmenin ne olduğunu tatmıştır. Kendinden asla kaçmaz, bir bütün olarak kendiyle kolayca yüzleşir. İyi ve kötü taraflarını çekinmeden kabullenir. Böylece daha iyiye yönelme arzusu duyar, zamanla hatalarını düzeltir. Edindiği bu deneyim onu başkalarını da sevmeye ve kabullenmeye götürecek tek yoldur. Böyle bir sevgi ve kabullenme sahte ve yapmacık olmaz, içten ve samimi olur. Bu insan daima mutludur ve etrafına mutluluk saçar.
Kendini sevmeyen insan kendinden kaçar. İçinde bulamadığı sevgiyi başkalarında arar; insanlara, ideolojilere, öğretilere körü körüne bağımlı olur. Sevgisinin ve bağımlılığının sahte olduğu yüzünden ve davranışlarından kolayca okunur. İyi ve kötü yönlerini dürüstçe görüp kendini geliştiremez. Daima mutsuzdur ve etrafına mutsuzluk saçar.
Ey nizami!
Kendini sev ve izle. Başka her şeyi de bir bütün olarak sevdiğini hissedeceksin. Daha mutlu olacaksın ve etrafını da mutlu edeceksin. Unutma! Egonu değil, içindeki, her şeyle bütün olan kutsal saf ruhu seviyorsun.
Sonuç
Yazının başında sorduğum sorulara şimdi biraz daha farklı bakıyor ve onların üzerinde durmak, başka kaynaklardan da okumak istiyorsanız okuduğunuza değdi derim. Teşekkürler…
- Anlayış göstererek ve kabul ederek birbirimizi nasıl hoş göreceğiz?
- İyi ve kötü birbiriyle nasıl karışıyor?
- Egolar ve nefisler hakikat ve erdemi nasıl tahrip ediyor?
- Dürtüler ve duygular karşısında akıl ve mantık nasıl etkisiz hale geliyor?
- Dikkat, odaklanma ve farkındalıkla kendimizin ve evrenin hakikatini anlayabilir miyiz?
- Gurur, kibir, çıkarcılık, öfke, zorbalık, saldırganlık gibi olumsuz duygu ve davranışların ilacı olarak unutulmaz tevazu örnekleri var mıdır?
- Kendimizi bilebilir ve sevebilir miyiz?
- Kendimizi sevmenin çevremize yansımaları nelerdir?
Kaynaklar
- Alan Watts, Zihninizden Uzaklaşmak, Storytel Sesli Kitap.
- Debbie Ford, Işığı Arayanların Karanlık Yanı, 1998/2021, Akaşa.
- Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, MS.121-180/2019, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Osho, Aşk Özgürlük Tek Başınalık, Storytel Sesli Kitap.
- Osho Books – Discourse Series
- Osho, Her Şeye Sahipsiniz Kendiniz Hariç, Storytel Sesli Kitap.
- Osho, Korku, Storytel Sesli Kitap.
- Ryan Holiday & Stephen Hanselman, Stoacının Günlüğü, 2016/2020, Pegasus Yayıncılık.