Dürüstlük, Bütünlük ve Sevgi

Freud, bir yerlerde, en çok sakladığımız (bazen kendimizden bile) gerçekliğimizin herkeste ortak olduğunu söylüyordu. Jung, belki biraz daha farklı olarak kolektif (ortak) bilinç altından ve gölge benliklerden bahsediyordu.

Kendimizi oralara ittikçe, bastırdıkça, içimize attıkça, inkâr ettikçe sahte benliklere bürünürüz. Sanki mükemmel, kusursuz, hatasız, kedersiz, mutlu, daima doğru, daima haklı, daima iyi… Hep sırıtır bunlardan bir şeyler zaman zaman.

Ama toplumda çoğunluk, mükemmel olduğunu iddia ettiği için ve bizi de böyle olmaya zorladığı için madalyonumuzun negatif yüzünden korkar ve kaçarız.

Ne gerek var saklanmaya kendimizden, insanlardan! Neşeyle kederin, üzüntüyle sevincin, acıyla zevkin, nefretle sevginin, başarıyla başarısızlığın, mutlulukla mutsuzluğun, doğrularla yanlışların karışımından ibaret değil miyiz(?) Zıt kutupların yani…

İçimizdeki güneşi pozitif yanımıza olduğu kadar negatif yanımıza da çevirdiğimizde gerçekten aydınlanmış oluruz. Ardından kabullenme, kendinle barışma, bütünlük gelecektir. Zor olsa da… Ve sonra kendiliğinden; iyileşme, gelişme… Dürüstlük başka nedir ki!

Jung, belki de bu yüzden "İyi olmaktansa, bütün olmayı tercih ederim” diyordu.

İnsan bu bütünlüğü kendi kendine yakalayıp kabullenemiyorsa, en büyük yardımcısı sevgi, aşktır. Çocuk, bütünlüğünün kabulünü ilk olarak anne sevgisinde hisseder. Anne için negatif, pozitif fark etmez. O çocuğunu her hâliyle sever. İyi olmasını çok ister, o başka... Ama iyi olmasa da sever.

Adobe Stock tarafından lisanslandı.

Ve eğer çocuk büyüdüğünde karşılıklı aşkı yaşamışsa sevdiği onun bütünlüğünü sevmiştir. O da sevdiğinin… Kutuplar karşılıklı aşılmıştır; negatif pozitif kalmaz, karşılıklı saf sevgi, aşk vardır, BİR hissedilmiştir.

Ulaşılan aşkınlık, kişinin kendisiyle birlikte şehre, ülkeye, halka, insanlığa, tüm canlılara, doğaya, evrene yayılarak farkındalığın, bütünlüğün, kabullenmenin, barışmanın, değişimin, gelişimin, tekâmülün yolunu açar.

Biz ve Onlar Paradoksu: Toplumsal Kutuplaşmanın Psikolojisi

[6 Kasım 2025 tarihinde eklendi]

  • Kutuplaşma, bireysel yetersizliğin toplumsal bir haklılık maskesi takmasıdır.
  • Gerçek bütünlük, 'Biz' ve 'Onlar' arasındaki duvarları yıkıp, kendi içimizdeki iyilik ve kötülüğü kabul etmekle başlar.
  • Toplumsal barış, kusursuzluk yanılsamasından sıyrılıp, farklılıkları zenginlik olarak görmekten geçer.

"Biz hepimiz iyiyiz, onların hepsi kötü!" gibi mutlakiyetçi bir söylemi yaşadığım toplumu, ulusu ve insanlığı anlama çabamda temel bir prensip olarak kabul etmem mümkün değildir. Bu bölünmüş ve yargılayıcı mantalite, özünde daha derin ve patolojik bir bakış açısının yansımasıdır: "Ben iyiyim, kusursuzum, diğer herkes kötü ve hatalı!" Bu tür bir algı, bireyin kendi içindeki çatışmaları ve eksiklikleri dış dünyaya yansıtma biçimi, yani bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar.

Kutuplaşmanın Psikolojik Kökenleri

Toplumsal ve siyasal yaşamda gördüğümüz kronik muhaliflerin ve kronik destekçilerin bu katı ve uzlaşmaz duruşları, yalnızca siyasi tercihlerden ibaret değildir; genellikle kökeninde çözülmemiş psikolojik ve ilişkisel sorunlar barındırır.

Bu kişiler, kendi “Ben"liklerinde (bireysel kimlik, kişisel tarih, içsel çatışmalar) yakalayamadıkları bütünlüğü, kabulü ve içsel barışı, ait olduklarını düşündükleri "Biz" (siyasi grup, ideoloji, ulus) kimliğine transfer etmeye çalışırlar. Bu, bireysel "yetersizlik" hissinin, büyük bir "haklılık" maskesi altında toplumsal bir çabaya dönüşmesidir.

Bu patolojik çözüm çırpınışları, aslında bir tür "grup narsisizmi" yaratır. Kişi, eleştiriye kapalı, mutlak doğruya sahip bir grubun parçası olarak, kendi kusurlarını görünmez kılar. Grubun gücünü, haklılığını ve kolektif "iyiliğini" sahiplenerek bireysel kırılganlıklarını onarır. Sonuç olarak, karşı tarafı, yani "Onlar"ı, tüm kötülüklerin, hataların ve kusurların yegane kaynağı olarak kodlamak, kendi grubunun ve dolayısıyla bireyin kendisinin "saf ve masum" kalmasını sağlar. Ancak bu “yapay bütünlük”, gerçek bir çözüm üretmek yerine, toplumu yalnızca öfke ve nefret üzerinden tanımlanmış bir kısır döngüye hapseder.

Sağlıklı Kimliğe ve Topluma Doğru

Sağlıklı bireysel ve toplumsal kimlik gelişimi, "Ben ve Herkes" ile "Biz ve Onlar" kavramları arasındaki bu patolojik ayrışmayı aşmayı gerektirir. Gerçekçi bir öz-farkındalık, bireyin kendi içinde iyilik ve kötülüğü, doğru ve yanlışı barındırdığını kabul etmesiyle başlar. Aynı mantıkla, sağlıklı bir toplum da hiçbir grubun mutlak iyi, hiçbir grubun mutlak kötü olmadığını anlar. Eleştirel düşünce, sadece karşıt görüşü değil, aynı zamanda kendi düşüncemizi ve grubumuzu da sorgulamayı gerektirir.

Kutuplaşmanın panzehiri, "Biz" ve "Onlar" arasında duvarlar örmek yerine, her iki tarafın da insanlık ortak paydasında buluştuğunu kabul etmekten geçer. Bu, karşı tarafın hatalarını görmezden gelmek olmayıp kendi grubumuzun kusurlarını da kabul etmek ve bireysel sorumluluk almaktan çekinmemektir. Ancak bu şekilde, “kusursuzluk illüzyonu"ndan sıyrılıp, farklılıkların bir zenginlik olduğu, sorunların ise ortak bir çabayla çözülebileceği daha olgun ve barışçıl bir toplumsal yaşama ulaşabiliriz.

Çok okunanlar:

Söze Süzülenler 2024

Bireyselliğe Dönüş: Bir Demokrasi Yolculuğu

Yankı'nın Yolculuğu