Sükûnet

Sükûnet zamanlarım: Nadiren hissettiğim ama tadına doyamadığım anlar… Geçmişin ve geleceğin donuklaştığı, ânın belirginleştiği; arzuların, tutkuların, umutların, beklentilerin, hedeflerin durulduğu, dibe çöktüğü; sakin, kıpırtısız, berrak bir zihinle sadece nefesimi, bedenimi ve bütünleştiğim dünyamı duyumsadığım zaman kesitleri… Kutsal varoluşla birlikte dalgalandığım anlar…

60’lı ve 70’li yıllarda okuldan dönünce evin duvarının kenarında bulunan derme çatma, çivileri küflenmiş, ağaçtan bir sedire otururdum uzun süre. Kuş sesleri arasında, rüzgârın ağaçların yaprakları ve meyveleri arasından süzülerek yüzüme vurduğu kokuyu içime çekerdim. Dalından kopardığım şeftaliyi iştahla yerken, batmaya yeltenen güneşi ve gökyüzünü izlerdim. Gün boyu neler oldu, yarın neler olacak? Hepsi kaybolurdu önümden. Yaşamın ve yaşadığımın tatlı farkındalığı açılırdı ruhuma. Varlığın bütünlüğünde varoluşumu hissederdim.
Bir iki saat içinde, “Ödevlerine ne zaman başlayacaksın?” sorusuyla koşuşturma yeniden başlardı.

Boş arsalarda ve sokaklarda takımlar kurarak oynadığımız futbol, çelik-çomak, misket, kovboyculuk…ve sonrasında hep beraber bir kenara oturup sessizce dinlenmeler; herkesin hiç konuşmadan kendisiyle baş başa kalması. O sessizlikte bir gizem, bir huzur vardı. Çok kısa sürse de…

Yaşım ilerledikçe bu sükûnet anları seyrekleşti, küçüldü, küçüldü, küçüldü… Şimdi emeklilik hayatında “İşin ne, sakin sakin otur, hisset!” desem de kendime, o anları yakalamam zor oluyor. Yakaladığımda uzatmak, tekrar yaşamak istiyorum.

Koşuşturmalar aldı başını gidiyor. Oturduğumuz yerde bile kıpırdak zihnimiz durduğu yerde durmuyor. Sanki otomatiğe bağlanmışız. Dürtülerimizin kontrolünde yol alıyoruz. Kendimizden ne kadar da uzağız!.. Nereye çıkar bu yolun sonu? Galiba ara sıra sükunete ihtiyacımız var. Unuttuğumuz özümüze dönmek için.

Doğada olmak şart mı? Olsa iyi olur ama sessiz bir odada, rahat bir koltukta, belki bir meditasyon müziği eşliğinde neden olmasın?

Ara sıra hissedersek, eylemlerimizin arka planında bu sükûnet fonu daima her şeyi daha güzel ve daha sevecen hâle getiriyor.

"Bütün gün susmak, gazete okumamak, radyo dinlememek, dedikodu dinlememek, tamamen tembel olmak, dünyanın kaderine tamamen kayıtsız kalmak bir insanın kendine verebileceği en iyi ilaçtır."
— Henry Miller

* * *

Albert Camus, Cezayir'de Yaz

Değerlim,

nefretin ortasında,
buldum, içimde,
yenilmez bir aşk.

Gözyaşlarının ortasında,
buldum, içimde,
yenilmez bir gülümseme.

Kaosun ortasında,
buldum, içimde,
yenilmez bir sakinlik.

Tüm bunların arasından anladım ki;
Kışın ortasında,
buldum, içimde,
yenilmez bir yaz.

Ve bu beni mutlu ediyor.
Çünkü diyor ne olursa olsun
dünya ne kadar da zorlasa
bana karşı, içimde,
daha güçlü bir şey var,
daha iyi bir şey,
doğruya iten.

Sözlerin Kaynağı:

Albert Camus, Summer in Algiers

(Türkçe' ye Çeviri: netsentez-Nizamettin Kaya)

* * *

İlk paragraftaki sükûnet betimlememi tekrar ederek bitiriyorum:

Geçmişin ve geleceğin donuklaştığı, ânın belirginleştiği; arzuların, tutkuların, umutların, beklentilerin, hedeflerin durulduğu, dibe çöktüğü; sakin, kıpırtısız, berrak bir zihinle sadece nefesimi, bedenimi ve bütünleştiğim dünyamı duyumsadığım zaman kesitleri… Kutsal varoluşla birlikte dalgalandığım anlar…

Adobe Stock tarafından lisanslandı.

Çok okunanlar:

Söze Süzülenler 2023

Nerede kaybettik, nerede arıyoruz?